Bir bebek dünyaya gelir. Ailesi üzerine çok fazla titrer. Her şeyi en iyisinden olsun isterler. Peki bunun bir sınırı var mıdır ya da olmalı mıdır? Mesela ayakkabıya ne kadar para verirsiniz? Bebek arabasına ne kadar para verirsiniz? Ayakkabıya 35000$, bebek arabasına 1000000$ mesela. Yok artık dediğinizi duyar gibiyim. Ama veren var. Dünyaca ünlü şarkıcı Beyonce ve eşi Jay-Z kızları "Blue Ivy" için bu paraları ve daha fazlasını verdi. Ebeveynler çocukları için canlarını verirler yeri gelirse. Hiç bir şey esirgemezler ama bu kadarı fazla değil mi Allah aşkına? Dünyada milyonlarca çocuk yiyecek ekmek bulamazken bebeğin ayakkabısı için 35000$ verirken hiç için acımaz? Türk parasıyla yaklaşık 62000 TL. Asgari ücretli birinin kazandığı parayı hiç yemeden 8 yıl biriktirebileceği bir parayı çocuğun sadece bir kaç sene giyeceği bir ayakkabıya harcamak nasıl bir psikolojidir acaba? Bu insanlar dünyayı sadece kendilerinin bulunduğu ortamdan mı sanıyorlar acaba? 7 milyar insanın yarısının aç olduğu bir dünyada, her gün yüzbinlerce çocuğun açlıktan öldüğü dünyada hak mıdır bu? Hadi geçtim onları benim sahip olduğum nimetlerle dünyanın yarısından daha iyi bir yaşama sahibim. Bunun vebalini düşününce "bittin oğlum sen" diyorum içimden. Çok klişe oldu artık ama dünyada silaha harcanan para 1,5 trilyon dolarken çok görmemek lazım aslında. Hiç yoktan insanların birbirini yemesi için harcanmış değil. Rabbim ıslah et bizi.Amin.
7 Mayıs 2012 Pazartesi
11 Ocak 2012 Çarşamba
Sertifika Sevdası
Son zamanlarda üniversite gençliğinde sertifika sevdası
denen bir hastalık zuhur etti. Öncelikle bu hastalığın ne olduğunu görelim. Bu
sertifika denen obje üniversitelerde kulüplerin veya sivil toplum
kuruluşlarının düzenlediği seminerlerde verilen çok cafcaflı bir
kâğıt parçasıdır(!). Aslında kağıt parçası deyip geçmemek lazım zira o kadar
etkili bir kağıt parçası ki sertifika verilmeyen, gerçekten işe yarar
programlar sadece bu sebepten dolayı üniversite gençliği arasında tercih
edilmiyor. Ama gel gör ki hiçbir işe yaramayan, sadece etkinlik yapmış olmak
için yapılan programlar, verilen sertifikalar sebebiyle tercih sebebi oluyor.
O kadar ki salonlar dolup taşıyor. Birde
o kadar ilgi çekici bir şekilde sunuyorlar ki o kağıt parçasını o programa
gitmeyip o sertifikayı almasa ömrünün yarısı boşa gidecek zannediyor
üniversiteli arkadaşım. Normalde ders programında olan sabah dersine kalkıpta
gitmeyen arkadaş, sabahın köründe sertifikalı program var desen Apple
tarikatına bağlı müritler gibi salonların önünde sabahlayacaklar. Halbuki
program program koşup topladıkları o sertifikalar hiçbir işe yaramayacak. Bu
güne kadar kimse de söylememiş onlara bu durumu. İşe başlayınca CV lerine
yazacaklar bu sertifikalarını ama kimse dönüpte bakmayacak o kağıt parçalarına. Zira o kağıt parçalarının herhangi bir geçerliliği yok. Hemen şimdi matbaaya
gidip kendinize düzinelerce yaptırabilirsiniz. Ama arkadaşımız zannediyor ki ne
kadar çok sertifika toplarsam işe girmem o kadar kolaylaşır. Yok öyle bir dünya maalesef...
Burada bu
programları düzenleyenlerin yaptıkları bir alicengiz oyununuda aktarmak
istiyorum. Başıma geldiği için biliyorum. Bende bir zamanlar bu sevdaya kendini
kaptırabilecek potansiyel bir kurbandım. Bir gün sertifikalı bir programa
katıldım. Tanıtım broşüründe programın ücretsiz ve sertifikalı olduğu büyük
puntolarla yazıyordu. Bende hem boş vaktimi değerlendirmek hem de ilk
sertifikama sahip olmak için gittim programa. Program oldu bitti çıkışta
sertifikaların 1 hafta sonra dağıtılacağı anonsu yapıldı. Bir hafta sonra sertifikayı
almaya gittiğimde oradaki görevli arkadaşla program hakkında üç beş cümle
konuştuk. Sertifikayı almak istediğimde ise arkadaş benden 5 TL ücret talep
etti. Şaşırdım çünkü broşürde ücretsiz olduğu yazıyordu. Bu belirttim kendisine ama işin rengi başkaymış.
Kulüp üyesi olanlara ücretsiz olarak veriyorlarmış sertifikayı. Tamam, o zaman
bende üye olayım dedim. Bu sefer de 20 TL üyelik ücreti istediler ve bundan
sonra alacağım sertifikaların ve katılacağım etkinliklerin ücretsiz olacağını
da belirttiler. Bunları duyunca aklımdan geçenleri söylemek istemiyorum zira
anlaşılmıştır herhalde. Biraz daha kalırsam borçlu çıkacağım düşüncesiyle
teşekkür ederek hızlıca ayrıldım oradan. Görüldüğü üzere bu işi
ticarete dökmüşler. Bizim gariban üniversiteli genç arkadaşımızda koşa koşa
gidiyor o programlara. Tabii düzenleyiciler de bu durumu bildiklerinden her
hafta en az bir program düzenliyorlar. Tüm bunlardan sonra bu işi ciddi bir
şekilde yapan ve verdikleri sertifikaların gerçekten bir geçerliliği olanlar bu
anlattıklarımdan muaflar tabii ki. Zira onların verdikleri eğitimler ve
sertifikalar bir ihtiyaca binaen veriliyor ve ücretleri de bir hayli yüksek.
Bu
yazıyı yazmama sebep olan olayda bir akrabamın bana böyle bir programa
katılacağını ballandırarak anlatmasıdır. Ama onun katılacağı paket program
olarak tabir edilen 8-10 farklı seminerin ve sertifikanın verileceği bir
program. Ücreti de sadece 80 TL (cik). Neden bu programa katılmak istediğini
sorduğumda bana verdiği cevap benim anlattıklarımın ne kadar doğru olduğunu
ortaya koyuyor. Aynen şöyle dedi: “İlerde belki lazım olur dursun bir kenarda.”
Bu sözü duyunca sinirlerim zıpladı derler ya aynen öyle oldu bana da. Yukarıda
yazdıklarımı ona da anlattım ve uzun çabalarım sonucunda vazgeçirmeyi başardım.
Çok mutluyum ve bu yaptığımdan hiç pişman değilim…
(NOT: Kulüpçülük yapan arkadaşlarım alınmasınlar yazdıklarımdan zira bunlar gerçek maalesef... Gerçekler acıdır her zaman...)
(NOT: Kulüpçülük yapan arkadaşlarım alınmasınlar yazdıklarımdan zira bunlar gerçek maalesef... Gerçekler acıdır her zaman...)
3 Ocak 2012 Salı
Dünyadaki Son Ekonomik Gelişmeler ve Beklenen Kriz
Son
günlerde oldukça sık bir şekilde yeni bir kriz dalgasının tüm dünyayı
etkileyeceği konuşulmakta. 2008 Finans kriziyle bağlantılı olarak beklenen yeni
kriz, selefinden daha yıkıcı bir etkiye sahip olacağı öngörülüyor. Zira 2008
krizinde alınan önlemler, etkin ve yeterli olmamakla birlikte olası krizi
içinden çıkılamayacak bir hale sokacak. Zira
geçtiğimiz haftalarda ABD’nin yaşadığı borçlanma tavanının yükseltilmesi
görüşmelerinin kongrede muhaliflerce tıkanması ve zorlu ikna süreçlerinin
ardından çıkan onay ABD’nin içinde bulunduğu durumu gözler önüne sermektedir. Ekonominin
güven vermemesi muhaliflerin en büyük kaygılarıydı. Şu an bunu aşmış
görünüyorlar ama yinede ABD bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtulmuş değil.
Sadece kısa süreli bir ertelenme yaşandı. Yine aynı şekilde önceleri
İrlanda’nın daha sonra İspanya ve son olarak Yunanistan içine düştüğü
belirsizlik ortamı yeni bir kriz beklentilerini artırdı.
Olası
krizin sebeplerinden en önemlisi geçmişte uygulanan ve kısa vadeli çözüm
getiren ama uzun vadede bir işe yaramayan IMF çıkışlı kriz çözümlerinin hala
uygulanıyor olmasıdır. Nobel Ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz’in altını çizdiği
şekilde “ (IMF’de) Kararlar, ideoloji
ve kötü ekonomiden oluşan tuhaf bir karışıma dayanarak veriliyordu… Krizler
patlak verdiği zaman, IMF “standart ” olsa bile modası geçmiş, yersiz çözümler
içeren reçeteler veriyor; bu politikaların uygulanması istenen ülkelerdeki
insanların bunlardan nasıl etkileneceklerini göz önüne almıyordu… IMF’nin
yapısal uyum politikaları (bir ülkenin krize ve daha kalıcı dengesizliklere
uyum sağlaması için tasarlanan politikalar) birçok ülkede açlığa ve
ayaklanmalara yol açıyor.” Geçtiğimiz birkaç ayda Yunanistan da ve geçen
haftalarda İngiltere’de ortaya çıkan halk ayaklanmaları Stiglitz’in
söyledikleri ile birebir örtüşüyor.
Bu
çözümlerden biri kemer sıkma politikaları ile devletlerin giderlerini azaltmak
ve para artırma yoluyla krizden kurtulmaktır. Bu politika görünürde çok
basitmiş gibi gözükse de etkisi tüm ülkeyi kapsayacak kadar karmaşık bir
politikadır. Yapılması gereken ülkelerin gereksiz yaptıkları harcamaları kesmek
iken neredeyse devletin tüm giderlerinden kesinti yapılarak krizi
derinleştirici bir politikaya dönüşmektedir. Yapılan bu kesintiler yurtiçi
talebi düşürmekte ve ülkenin krizden çıkması için motor görevi görecek bir araç
devre dışı bırakılmaktadır. Talebin düşmesiyle birlikte üreticiler de
üretimlerini azaltacak ve azalan üretimlerde işçi çıkarımları ile dengelenmeye çalışılacaktır.
Bu bir kısır döngü şeklini alacak ve içinde bulunulan krizden daha kötü
sonuçlar doğuracaktır.
Son
günlerde Kredi Derecelendirme Kuruluşlarının da katkısıyla tüm dünyada yeni
kriz beklenmeye başlandı. Yunanistan ile başlayan not düşürmeler en son ABD’yi
etkiledi. Bir derecelendirme şirketinin ABD’nin notunun bir kademe düşürmesiyle
tüm dünya borsalarında endeksler ortalama %5-8 civarında düşüşler gördü. Bir
günde borsalar piyasa değerlerinde milyar dolarlarla ölçülen düşüşler yaşandı.
Geçenlerde çıkan bir haberde derecelendirme kuruluşlarının menkul kıymet ihraç
eden şirketlerin değerli kâğıtlarına yüksek notlar vermek için para aldığı ve
bu kâğıtlara olduğundan yüksek not vermek istemeyen analistlerini de işten
çıkardığı iddiası ortaya atıldı. 2008 Finans krizinin, en yüksek not ile
notlandırdıkları kâğıtların batması sebebiyle çıktığı göz önüne alınırsa, bu
iddia her ne kadar kanıtlanmamış olsa da bir doğruluk payı içeriyor. Bağımsız
oldukları söylenen Kredi derecelendirme kuruluşlarının bağımsız olmadıkları da
hem 2008 krizinde hem de bu olayda ortaya çıkmıştır. Bu şirketler son merci
gibi kabul görmektedir. Denetim eksikliği olan bu sektörde şirketler kendi
istedikleri gibi hareket etmektedirler. Bu da sonucu belli bir yıkıma yol açtı.
Geçenlerde
ilginç bir çıkış yapan ünlü milyarder Warren Buffett kriz reçetesi olarak bir
öneri sundu. Kendilerinin yıllardır büyük paralar kazandıklarını ve bugün
krizde bu paraların ülkenin yararına kullanılması için “Servet Vergisi”
alınması gerektiğini söylüyor. Buna bir destek de Fransız bir iş kadınından
geldi. Aslında bu çıkış bize ters geliyor. İnsanlar gönüllü olarak vergi vermek
istemezler. Ama Buffett bu çıkışıyla aslında kendilerine zararı dokunmadan bu
krizin bir an önce bitmesi için “zorunlu bir gönüllülük” ile vergi vermek
istiyor. Zararın neresinden dönersen kardır mantığıyla alınan bir karar.
Her şey
bir yana aslında krizlerin çok önemli bir yönü daha var. Ders çıkarmasını
bilenler için geleceği sıfırdan daha sağlam, geçmiş hataları yapmadan yeniden
kurabilmek fırsatı verir insanlara ve toplumlara. Kurulu bir düzeni bırakıp da
radikal kararlar almak kolay değildir. Ama düzen bir kere yıkıldıktan sonra
yeniden ve daha güçlü bir şekilde kurmak için cesaret ve güven eskiye nazaran
daha fazladır. Düzen devam ederken göze alınamayan bir çok karar çok radikal
bir şekilde uygulamaya konulabilir. 2001 krizi sonrası Türkiye’nin aldığı
kararlar bugünümüzü şekillendirdi ve bizleri dünya devlerinin içine düştüğü
çukura düşürmedi. Alınan kararlar çok radikaldi ve geri dönüşler kısa bir süre
sonra alındı.
Türkiye’nin
geçmişinden ders almış olmasına şöyle bir örnek verebiliriz. Türkiye’de iş
yapan yabancı şirketler ülkeye ilk geldikleri zaman kendi bünyelerinde çok
önemli işler yapmış yöneticilerini Türkiye operasyonlarını yönetmek için
atarlardı. Ama şu sıralar bu olgu değişmeye başladı ve dünya devlerinin hem
Türkiye’de ki şirketlerinde hem de şirketlerinin en üst kademelerinde Türk
yöneticiler görev yapmaya başladı. Dikkatli bir şekilde bakıldığında bu yöneticiler
2001 krizini yaşadılar ve bundan ders çıkararak bulundukları şirketlerde ona
göre karar almaktadırlar. Bu şirketler Türk yöneticilere ayrı bir önem
atfetmektedirler. Zira kriz yönetimini canlı canlı yaşamışlardır.
Beklenen krizde Türkiye’nin durumu nasıl? 2008 Finans Krizi’nden gelecekten ders alarak kurulan güçlü kurumları sayesinde yara almadan çıkan Türkiye’yi olası krizde nasıl bir sonuç bekliyor? Merkez Bankası’nın faiz indirimleri kararları dünya otoriteleri tarafından şaşkınlıkla karşılanıyor. Böylesi bir kriz ortamında faiz indiriminin yabancı sermayeyi kaçıracağı ve likidite darlığına düşüleceği geçmişte yapılan uygulamalarda görülüyor. Ama şu ana kadar bu indirimlerin bir zararı olmadı. Bence bunun en önemli sebebi geçmişte çıkan ekonomik krizlere birde siyasi kriz eşlik ederdi ve yabancı sermaye bu çift yönlü kriz ortamında ne kadar faiz artırsan da çok kalmak taraftarı değildi. Ayrıca çıkan krizler içerden yani ülkemizin ekonomik aksaklıklarının nedeni olduğu krizlerdi. Ama son krizler bizim dışımızda ortaya çıkan krizlerdir ve bu krizlere bir siyasi krizde eşlik etmemektedir. Bunun için yabancı sermayenin parasını kaçırmak gibi bir sorunu yok. Zira tüm dünya krizde olduğu için parasını götürebileceği güvenli ekonomilerde çok az. Türkiye bunlardan bir tanesi durumunda şu an.
Türkiye’nin bu durumda sıkıntılı olabileceği bir konu cari açık konusudur. Ama bu konu bizim dışımızda ki ülkelerin ve kurumların dillendirdiği kadar vahim ve çözülemeyecek bir konu değildir. Cari açık kısaca dış dünyadan aldığımız malların (ithalatın), dış dünyaya sattığımız mallardan (ihracattan) fazla olması durumudur. Son yıllarda yüksek büyüme rakamları ile birlikte ihracatımızda yükselme kaydetmiş ama buna paralel olarak ithalatımızda yüksek rakamlara ulaşmıştır. İthalatta en büyük kalem ekonominin en büyük giderlerinden biri olan enerji kalemidir. Maalesef ki enerji de dışa bağımlı bir ülkeyiz. Daha fazla üretim yaptıkça daha fazla enerji ye ihtiyaç duyduğumuz içindir ki enerji kalemi her geçen sene artmaktadır. Bunun yanında üretim için gerekli olan ara malların büyük çoğunluğu yine ithalat yoluyla sağlanmaktadır. Buna çare olarak bu ara malların ülkemiz içinde üretilebilecek olanlarını teşvikle birlikte ülkemizde ürettirmektir. İthalat içindeki yüksek rakamlı bir başka kalem ise teknoloji ürünlerinin tüketimidir. Kullandığımız teknoloji ürünlerinin neredeyse tamamı ülkemize ithalat yoluyla girmektedir. Bunun yanında yine ithalat yoluyla gelen parçalar ülkemizde montajı yapılarak piyasaya sunulmaktadır.
Enerji alanında yapabilecek çok bir şeyimiz yoksa da ara mal üretimi ve yepyeni teknoloji ürünlerinin tasarlanması ve üretilmesi konusunda yapabileceğimiz şeyler var. Son yıllarda artan bir şekilde Ar-Ge’ye ayrılan payların artırılması ve bunun için verilen devlet destekleri bu konuda ümidimizi artırmaktadır. Üniversiteler bünyesinde kurulan teknoparklar ve yine şirketler tarafından oluşturulan Ar-Ge departmanları gelecekte teknoloji dünyasında söz sahibi olacağımızı göstermektedir. Sanayi inkılabından önce tarım ekonomisi dünyaya hakimdi. Sanayi inkılabı sonrası üretim ekonomisi dünyaya hâkim oldu. Artık üretim ekonomisi de geri planda kalmaya başladı ve artık önümüzde bilgi ekonomisi dünyaya hâkim olacaktır. Bizim de bu ekonomide yer almak için çok daha fazla işler yapmamız gerekmektedir. Gelecek, güzel gelecek…
Beklenen krizde Türkiye’nin durumu nasıl? 2008 Finans Krizi’nden gelecekten ders alarak kurulan güçlü kurumları sayesinde yara almadan çıkan Türkiye’yi olası krizde nasıl bir sonuç bekliyor? Merkez Bankası’nın faiz indirimleri kararları dünya otoriteleri tarafından şaşkınlıkla karşılanıyor. Böylesi bir kriz ortamında faiz indiriminin yabancı sermayeyi kaçıracağı ve likidite darlığına düşüleceği geçmişte yapılan uygulamalarda görülüyor. Ama şu ana kadar bu indirimlerin bir zararı olmadı. Bence bunun en önemli sebebi geçmişte çıkan ekonomik krizlere birde siyasi kriz eşlik ederdi ve yabancı sermaye bu çift yönlü kriz ortamında ne kadar faiz artırsan da çok kalmak taraftarı değildi. Ayrıca çıkan krizler içerden yani ülkemizin ekonomik aksaklıklarının nedeni olduğu krizlerdi. Ama son krizler bizim dışımızda ortaya çıkan krizlerdir ve bu krizlere bir siyasi krizde eşlik etmemektedir. Bunun için yabancı sermayenin parasını kaçırmak gibi bir sorunu yok. Zira tüm dünya krizde olduğu için parasını götürebileceği güvenli ekonomilerde çok az. Türkiye bunlardan bir tanesi durumunda şu an.
Türkiye’nin bu durumda sıkıntılı olabileceği bir konu cari açık konusudur. Ama bu konu bizim dışımızda ki ülkelerin ve kurumların dillendirdiği kadar vahim ve çözülemeyecek bir konu değildir. Cari açık kısaca dış dünyadan aldığımız malların (ithalatın), dış dünyaya sattığımız mallardan (ihracattan) fazla olması durumudur. Son yıllarda yüksek büyüme rakamları ile birlikte ihracatımızda yükselme kaydetmiş ama buna paralel olarak ithalatımızda yüksek rakamlara ulaşmıştır. İthalatta en büyük kalem ekonominin en büyük giderlerinden biri olan enerji kalemidir. Maalesef ki enerji de dışa bağımlı bir ülkeyiz. Daha fazla üretim yaptıkça daha fazla enerji ye ihtiyaç duyduğumuz içindir ki enerji kalemi her geçen sene artmaktadır. Bunun yanında üretim için gerekli olan ara malların büyük çoğunluğu yine ithalat yoluyla sağlanmaktadır. Buna çare olarak bu ara malların ülkemiz içinde üretilebilecek olanlarını teşvikle birlikte ülkemizde ürettirmektir. İthalat içindeki yüksek rakamlı bir başka kalem ise teknoloji ürünlerinin tüketimidir. Kullandığımız teknoloji ürünlerinin neredeyse tamamı ülkemize ithalat yoluyla girmektedir. Bunun yanında yine ithalat yoluyla gelen parçalar ülkemizde montajı yapılarak piyasaya sunulmaktadır.
Enerji alanında yapabilecek çok bir şeyimiz yoksa da ara mal üretimi ve yepyeni teknoloji ürünlerinin tasarlanması ve üretilmesi konusunda yapabileceğimiz şeyler var. Son yıllarda artan bir şekilde Ar-Ge’ye ayrılan payların artırılması ve bunun için verilen devlet destekleri bu konuda ümidimizi artırmaktadır. Üniversiteler bünyesinde kurulan teknoparklar ve yine şirketler tarafından oluşturulan Ar-Ge departmanları gelecekte teknoloji dünyasında söz sahibi olacağımızı göstermektedir. Sanayi inkılabından önce tarım ekonomisi dünyaya hakimdi. Sanayi inkılabı sonrası üretim ekonomisi dünyaya hâkim oldu. Artık üretim ekonomisi de geri planda kalmaya başladı ve artık önümüzde bilgi ekonomisi dünyaya hâkim olacaktır. Bizim de bu ekonomide yer almak için çok daha fazla işler yapmamız gerekmektedir. Gelecek, güzel gelecek…
İbrahim Özsoy
ibrahimozsoy34@gmail.com
(Dergiye elektronik ortamda ulaşmak için: http://issuu.com/flying/docs/aktuelpolitikekimkasim?mode=window&printButtonEnabled=false&backgroundColor&fb_source=message#222222)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)