Son
günlerde oldukça sık bir şekilde yeni bir kriz dalgasının tüm dünyayı
etkileyeceği konuşulmakta. 2008 Finans kriziyle bağlantılı olarak beklenen yeni
kriz, selefinden daha yıkıcı bir etkiye sahip olacağı öngörülüyor. Zira 2008
krizinde alınan önlemler, etkin ve yeterli olmamakla birlikte olası krizi
içinden çıkılamayacak bir hale sokacak. Zira
geçtiğimiz haftalarda ABD’nin yaşadığı borçlanma tavanının yükseltilmesi
görüşmelerinin kongrede muhaliflerce tıkanması ve zorlu ikna süreçlerinin
ardından çıkan onay ABD’nin içinde bulunduğu durumu gözler önüne sermektedir. Ekonominin
güven vermemesi muhaliflerin en büyük kaygılarıydı. Şu an bunu aşmış
görünüyorlar ama yinede ABD bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtulmuş değil.
Sadece kısa süreli bir ertelenme yaşandı. Yine aynı şekilde önceleri
İrlanda’nın daha sonra İspanya ve son olarak Yunanistan içine düştüğü
belirsizlik ortamı yeni bir kriz beklentilerini artırdı.
Olası
krizin sebeplerinden en önemlisi geçmişte uygulanan ve kısa vadeli çözüm
getiren ama uzun vadede bir işe yaramayan IMF çıkışlı kriz çözümlerinin hala
uygulanıyor olmasıdır. Nobel Ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz’in altını çizdiği
şekilde “ (IMF’de) Kararlar, ideoloji
ve kötü ekonomiden oluşan tuhaf bir karışıma dayanarak veriliyordu… Krizler
patlak verdiği zaman, IMF “standart ” olsa bile modası geçmiş, yersiz çözümler
içeren reçeteler veriyor; bu politikaların uygulanması istenen ülkelerdeki
insanların bunlardan nasıl etkileneceklerini göz önüne almıyordu… IMF’nin
yapısal uyum politikaları (bir ülkenin krize ve daha kalıcı dengesizliklere
uyum sağlaması için tasarlanan politikalar) birçok ülkede açlığa ve
ayaklanmalara yol açıyor.” Geçtiğimiz birkaç ayda Yunanistan da ve geçen
haftalarda İngiltere’de ortaya çıkan halk ayaklanmaları Stiglitz’in
söyledikleri ile birebir örtüşüyor.
Bu
çözümlerden biri kemer sıkma politikaları ile devletlerin giderlerini azaltmak
ve para artırma yoluyla krizden kurtulmaktır. Bu politika görünürde çok
basitmiş gibi gözükse de etkisi tüm ülkeyi kapsayacak kadar karmaşık bir
politikadır. Yapılması gereken ülkelerin gereksiz yaptıkları harcamaları kesmek
iken neredeyse devletin tüm giderlerinden kesinti yapılarak krizi
derinleştirici bir politikaya dönüşmektedir. Yapılan bu kesintiler yurtiçi
talebi düşürmekte ve ülkenin krizden çıkması için motor görevi görecek bir araç
devre dışı bırakılmaktadır. Talebin düşmesiyle birlikte üreticiler de
üretimlerini azaltacak ve azalan üretimlerde işçi çıkarımları ile dengelenmeye çalışılacaktır.
Bu bir kısır döngü şeklini alacak ve içinde bulunulan krizden daha kötü
sonuçlar doğuracaktır.
Son
günlerde Kredi Derecelendirme Kuruluşlarının da katkısıyla tüm dünyada yeni
kriz beklenmeye başlandı. Yunanistan ile başlayan not düşürmeler en son ABD’yi
etkiledi. Bir derecelendirme şirketinin ABD’nin notunun bir kademe düşürmesiyle
tüm dünya borsalarında endeksler ortalama %5-8 civarında düşüşler gördü. Bir
günde borsalar piyasa değerlerinde milyar dolarlarla ölçülen düşüşler yaşandı.
Geçenlerde çıkan bir haberde derecelendirme kuruluşlarının menkul kıymet ihraç
eden şirketlerin değerli kâğıtlarına yüksek notlar vermek için para aldığı ve
bu kâğıtlara olduğundan yüksek not vermek istemeyen analistlerini de işten
çıkardığı iddiası ortaya atıldı. 2008 Finans krizinin, en yüksek not ile
notlandırdıkları kâğıtların batması sebebiyle çıktığı göz önüne alınırsa, bu
iddia her ne kadar kanıtlanmamış olsa da bir doğruluk payı içeriyor. Bağımsız
oldukları söylenen Kredi derecelendirme kuruluşlarının bağımsız olmadıkları da
hem 2008 krizinde hem de bu olayda ortaya çıkmıştır. Bu şirketler son merci
gibi kabul görmektedir. Denetim eksikliği olan bu sektörde şirketler kendi
istedikleri gibi hareket etmektedirler. Bu da sonucu belli bir yıkıma yol açtı.
Geçenlerde
ilginç bir çıkış yapan ünlü milyarder Warren Buffett kriz reçetesi olarak bir
öneri sundu. Kendilerinin yıllardır büyük paralar kazandıklarını ve bugün
krizde bu paraların ülkenin yararına kullanılması için “Servet Vergisi”
alınması gerektiğini söylüyor. Buna bir destek de Fransız bir iş kadınından
geldi. Aslında bu çıkış bize ters geliyor. İnsanlar gönüllü olarak vergi vermek
istemezler. Ama Buffett bu çıkışıyla aslında kendilerine zararı dokunmadan bu
krizin bir an önce bitmesi için “zorunlu bir gönüllülük” ile vergi vermek
istiyor. Zararın neresinden dönersen kardır mantığıyla alınan bir karar.
Her şey
bir yana aslında krizlerin çok önemli bir yönü daha var. Ders çıkarmasını
bilenler için geleceği sıfırdan daha sağlam, geçmiş hataları yapmadan yeniden
kurabilmek fırsatı verir insanlara ve toplumlara. Kurulu bir düzeni bırakıp da
radikal kararlar almak kolay değildir. Ama düzen bir kere yıkıldıktan sonra
yeniden ve daha güçlü bir şekilde kurmak için cesaret ve güven eskiye nazaran
daha fazladır. Düzen devam ederken göze alınamayan bir çok karar çok radikal
bir şekilde uygulamaya konulabilir. 2001 krizi sonrası Türkiye’nin aldığı
kararlar bugünümüzü şekillendirdi ve bizleri dünya devlerinin içine düştüğü
çukura düşürmedi. Alınan kararlar çok radikaldi ve geri dönüşler kısa bir süre
sonra alındı.
Türkiye’nin
geçmişinden ders almış olmasına şöyle bir örnek verebiliriz. Türkiye’de iş
yapan yabancı şirketler ülkeye ilk geldikleri zaman kendi bünyelerinde çok
önemli işler yapmış yöneticilerini Türkiye operasyonlarını yönetmek için
atarlardı. Ama şu sıralar bu olgu değişmeye başladı ve dünya devlerinin hem
Türkiye’de ki şirketlerinde hem de şirketlerinin en üst kademelerinde Türk
yöneticiler görev yapmaya başladı. Dikkatli bir şekilde bakıldığında bu yöneticiler
2001 krizini yaşadılar ve bundan ders çıkararak bulundukları şirketlerde ona
göre karar almaktadırlar. Bu şirketler Türk yöneticilere ayrı bir önem
atfetmektedirler. Zira kriz yönetimini canlı canlı yaşamışlardır.
Beklenen krizde Türkiye’nin durumu nasıl? 2008 Finans Krizi’nden gelecekten ders alarak
kurulan güçlü kurumları sayesinde yara almadan çıkan Türkiye’yi olası krizde
nasıl bir sonuç bekliyor? Merkez Bankası’nın faiz indirimleri kararları dünya
otoriteleri tarafından şaşkınlıkla karşılanıyor. Böylesi bir kriz ortamında
faiz indiriminin yabancı sermayeyi kaçıracağı ve likidite darlığına düşüleceği
geçmişte yapılan uygulamalarda görülüyor. Ama şu ana kadar bu indirimlerin bir
zararı olmadı. Bence bunun en önemli sebebi geçmişte çıkan ekonomik krizlere
birde siyasi kriz eşlik ederdi ve yabancı sermaye bu çift yönlü kriz ortamında
ne kadar faiz artırsan da çok kalmak taraftarı değildi. Ayrıca çıkan krizler
içerden yani ülkemizin ekonomik aksaklıklarının nedeni olduğu krizlerdi. Ama
son krizler bizim dışımızda ortaya çıkan krizlerdir ve bu krizlere bir siyasi
krizde eşlik etmemektedir. Bunun için yabancı sermayenin parasını kaçırmak gibi
bir sorunu yok. Zira tüm dünya krizde olduğu için parasını götürebileceği
güvenli ekonomilerde çok az. Türkiye bunlardan bir tanesi durumunda şu an.
Türkiye’nin bu durumda sıkıntılı
olabileceği bir konu cari açık konusudur. Ama bu konu bizim dışımızda ki
ülkelerin ve kurumların dillendirdiği kadar vahim ve çözülemeyecek bir konu
değildir. Cari açık kısaca dış dünyadan aldığımız malların (ithalatın), dış
dünyaya sattığımız mallardan (ihracattan) fazla olması durumudur. Son yıllarda
yüksek büyüme rakamları ile birlikte ihracatımızda yükselme kaydetmiş ama buna
paralel olarak ithalatımızda yüksek rakamlara ulaşmıştır. İthalatta en büyük
kalem ekonominin en büyük giderlerinden biri olan enerji kalemidir. Maalesef ki
enerji de dışa bağımlı bir ülkeyiz. Daha fazla üretim yaptıkça daha fazla
enerji ye ihtiyaç duyduğumuz içindir ki enerji kalemi her geçen sene
artmaktadır. Bunun yanında üretim için gerekli olan ara malların büyük
çoğunluğu yine ithalat yoluyla sağlanmaktadır. Buna çare olarak bu ara malların
ülkemiz içinde üretilebilecek olanlarını teşvikle birlikte ülkemizde
ürettirmektir. İthalat içindeki yüksek rakamlı bir başka kalem ise teknoloji
ürünlerinin tüketimidir. Kullandığımız teknoloji ürünlerinin neredeyse tamamı
ülkemize ithalat yoluyla girmektedir. Bunun yanında yine ithalat yoluyla gelen
parçalar ülkemizde montajı yapılarak piyasaya sunulmaktadır.
Enerji alanında yapabilecek çok
bir şeyimiz yoksa da ara mal üretimi ve yepyeni teknoloji ürünlerinin
tasarlanması ve üretilmesi konusunda yapabileceğimiz şeyler var. Son yıllarda
artan bir şekilde Ar-Ge’ye ayrılan payların artırılması ve bunun için verilen devlet
destekleri bu konuda ümidimizi artırmaktadır. Üniversiteler bünyesinde kurulan
teknoparklar ve yine şirketler tarafından oluşturulan Ar-Ge departmanları
gelecekte teknoloji dünyasında söz sahibi olacağımızı göstermektedir. Sanayi
inkılabından önce tarım ekonomisi dünyaya hakimdi. Sanayi inkılabı sonrası
üretim ekonomisi dünyaya hâkim oldu. Artık üretim ekonomisi de geri planda
kalmaya başladı ve artık önümüzde bilgi ekonomisi dünyaya hâkim olacaktır.
Bizim de bu ekonomide yer almak için çok daha fazla işler yapmamız
gerekmektedir. Gelecek, güzel gelecek…
İbrahim Özsoy
ibrahimozsoy34@gmail.com